Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

26 Ocak 2020 Pazar

Ben bir deprem gecesi doğdum. 
“Gediz Depremi, 28 Mart 1970 tarihinde yerel saatle 23.00'ten az sonra, merkezi Kütahya'nın batısındaki Gediz yöresinde meydana gelen deprem. Depremde Batı Anadolu sarsılmıştır. Bu depremi daha başka sarsıntılar takip etmiş ve haftalar sonra dahi farklı büyüklükte sarsıntılar ve ufak depremler hissedilmiştir. 
Yaklaşık olarak 3000 km2 genişliğindeki sarsıntı alanında takriben 3500 ev tamamen yıkılmış, 7000 ev ağır surette ve 10.600 den fazla bina da fazla ölçüde hasara uğramıştır. 33.000 aile, yaklaşık olarak 80.000 kişi barınaksız kalmış, 6 saniye süren depremde 800 kişi (yabancı kaynaklarda 1086 kişi) ölmüş ve 520 (yabancı kaynaklarda 1260 kişi) yaralanmıştır.”
Böyle sarsıntılı bir zamanda dünyaya gözünü açmak övünç duyulacak bir durum değil elbette. Depremler hep hassasiyetim olmuştur.
Yaşam döngümün içinde ilk etkilendiğim deprem, 1992 Erzincan depremi. 
“13 Mart 1992 tarihinde yerel saatle 19:08'de Türkiye'de Erzincan ilinin güneydoğusunda meydana gelen deprem. Depremin büyüklüğü 6,8 Ms olarak ölçüldü. 653 kişi öldü, 8057 bina hasar gördü veya yıkıldı. Bu deprem 1939 Erzincan Depremi'nin merkez üssü yakınındadır. Kuzey Anadolu fayı üzerinde bulunan Erzincan, bu depremle beraber tarihindeki altıncı büyük depremi yaşamıştır.”
1998 yılı çok çalkantılı bir dönemdi benim için. Kızımın yaşamış olduğu ciddi sağlık problemlerinin sonunda nihayet sağlığına kavuşmuş olması en büyük teselliydi. İstanbul’dan ayrılma zamanı gelip çatmıştı. Tayin bekliyorduk. Ben şehrimden ayrılmak istemiyordum ve kendime göre alternatifler arıyordum. O dönem çalıştığım hastanede de işler karışıktı. Ben ve ekibim organ nakli birimini henüz yeni kurmuştuk, iktidar değişimleri hastane yönetimini de etkilemişti. Ve bizlere diş bileyenler baş olmuştu. Türlü mobbingler sonucu cerrah arkadaşım daha fazla tahammül göstermeyerek hastaneden istifa etti ve özel bir hastanede görevine başladı. Yalnız kalmıştım. Organ nakli biriminin diyaliz bölümü çalışmaya başlamıştı ama kurduğum ameliyathane henüz işleve girmemişti. Ben de boş boş durmak yerine idareye defalarca beni tekrar merkez ameliyathanesine alın dememe rağmen, dönemin başhemşiresi beni bölgesel aşı kampanyalarında görevlendirdi. Bu mobbing değildiyse neydi? Ben de bunun üzerine tayin meselesini de dikkate alarak arayışa geçtim ve cerrah arkadaşımın geçtiği özel hastaneden çalışmam konusunda teklif aldım. İşlerimi düzenleyip orada işe başladım. Güzel, temiz ve profesyonel bir ortamdı.  Çalışma ortamından memnundum ve tayin çıkarsa devletten istifa edip burada çalışmaya karar verdim. Evde fırtına devam ediyordu. “Yok! Kalamazsın. Tayin çıkarsa beraber gideceğiz” gibi baskılar… ve tayin yerimiz belli oldu: Adana!
Hiç unutmuyorum; güneşli bir cuma günüydü, ameliyattayken dönemin ünlü pop şarkıcılarından Kerim Tekin’in ölüm haberi geldi. “Kar beyazdır ölüm” şarkısıyla çok etkilemişti bizi ve 23 yaşında bir trafik kazasında bu dünyadan ayrıldı. Henüz onun ölümünü  sindirememişken mesai bitimine doğru daha kötü bir haber geldi ve ekipçe televizyona kilitlendik!
“1998 Adana-Ceyhan depremi veya 1998 Adana depremi, yaklaşık 6,2 büyüklüğünde depremdi. Deprem, 27 Haziran 1998 tarihinde yerel saatle 16:55'te Çukurova olarak bilinen Türkiye'nin güney bölgesini vurdu.
Bu olay Türkiye'nin beşinci büyük şehri olan Adana ve Adana bölgesinin en kalabalık yöresi olan Ceyhan'ı ve bu iki şehir arasında Ceyhan Nehri boyunca yerleşmiş olan köylerde 145 kişinin ölümüne, 1.500 kişinin yaralanmasına ve binlerce kişinin evsiz kalmasına yol açtı.”
Televizyondaki görüntüler çok üzücüydü…
Evdeki fırtına kasırgaya dönüşmüştü, kendi içimde bir sürü sorgulamalar sonunda “aile” deyip pes ettim ve Temmuz ortası gibi Adana’ya doğru yola çıktık. Ankara’ya kadar gözyaşlarımı hiç tutamadığımı hatırlıyorum. Sanki içimden bir parça kopmuştu. 28 yaşındaydım, anneydim, eştim, hemşireydim, kadındım, gençtim, hayallerim ve gerçeklerim vs…
Adana’ya alışmak kolay olmadı. Ama mücadele ediyordum. Taşınmamızın üzerinden bir yıl geçmişti. Artık lojmanlarda oturuyorduk. Balkondan Çukurova ve Toroslar alabildiğine görünüyordu. Sıcak bir yaz gecesiydi. Tatilden yeni dönmüştük ve küçük kızımı da memlekete, babaanne ve anneanneye bırakmıştık.  17 Ağustos saat gece 03:30 da uyandım, her yer zifir karanlıktı. Elektrikler yoktu. Derin bir sessizlik içerisinde gökyüzünden geçen bir kargo uçağının yırtıcı sesiyle irkildim. Balkona çıktım bütün şehir karanlıktı. Anlamlandıramadım…
Sabah 07:30 da hem cep telefonu hem ev telefonu çalıyordu. Cep telefonunda kız kardeşim, ev telefonunda babam: Deprem olmuş!
“1999 Gölcük depremi, İzmit depremi, Marmara depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi! Türkiye'nin kuzey bölgelerinden boydan boya geçen Kuzey Anadolu fay hattının batı bölümünde meydana gelen deprem, 17 Ağustos 1999 Salı günü saat 03:01'de başladı ve 45 saniye sürdü. Depremin merkez üssü İzmit'in Gölcük ilçesi olarak açıklandı. Büyüklüğü de Richter ölçeğine göre ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS) tarafından 7.6; Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından ise 7.8 olarak ölçüldü. Bununla birlikte, bugün genel olarak depremin büyüklüğü, ilk yapılan açıklamalarda duyurulan 7.4 olarak kabul ediliyor ve bu ölçü kullanılıyor. 
17 Ağustos Depremi, büyüklüğü açısından Türkiye'de meydana gelen en büyük ikinci yer sarsıntısı olarak kayıtlara geçti. Derinliği 17 kilometre olan sarsıntıda yer kabuğunun sağa doğru hareket ettiği ve 120 kilometrelik bir hat boyunca kırıldığı tespit edildi. 17 Ağustos depremi tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. 
Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. Resmî olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 ölü, ağır-hafif 100.000'e yakın yaralı olmuştur. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişi evsiz kalmıştır. Yaklaşık 16.000.000 insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddî kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.”

Sabah elektrikler gelmişti. Televizyonu açtım. Görüntüler dehşet vericiydi. 
“Jeoloji Mühendisleri Odası, depremden 3 ay sonra yayımladığı raporda, fayın üzerinden geçen alanların ortalama 4 metre civarında sağa ve ileriye doğru kaydığını yazdı.
Aynı raporda, Gölcük'teki ana merkez üssündeki kırılmanın ardından aynı fay kuşağı üzerinde daha doğuda yer alan Arifiye bölgesindeki bir başka deprem üssünün de devreye girmiş olabileceğinin düşünüldüğü belirtildi.
17 Ağustos Depremi, gerek nüfus yoğunluğu gerekse de ekonomik faaliyet açısından Türkiye'nin en önemli bölgesini etkiledi.
Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi de yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu.
Ancak bölge halkı, can kaybının çok daha yüksek olduğunu öne sürüyor. Resmi olmayan kaynaklar, can kaybının 50 bin civarında olduğunu iddia ediyor.
İzmit Körfezi'nin güneyinde bulunan Gölcük, Değirmendere ve Karamürsel gibi bazı yerlerde sahile yakın kısımların depremle birlikte deniz sularının altında kalması can kaybı ve hasar tespitini zorlaştıran en önemli unsur olarak gösteriliyor.
Başbakanlık Kriz Merkezi'nin depremden birkaç ay sonra yaptığı açıklamaya göre, en fazla can kaybı yaklaşık 4 bin 500 kişi ile Gölcük'te oldu. Kocaeli'nde kayıtlara geçen can kaybı 4 bin olurken, Yalova ve Sakarya'da ise yaklaşık 2 bin 500'er kişi hayatını kaybetti. Depremin etkilediği İstanbul'un Avcılar ilçesinde ise 976 kişi yaşamını yitirdi.
Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu'nun Temmuz 2010'da yayımladığı raporda, depremde 364 bin 905 konut ve işyerinin yıkıldığı ya da çeşitli düzeylerde hasar gördüğü belirtildi.
Can kayıplarının önemli bir bölümü binaların yıkılması ya da ağır hasar almasının sonucuydu.”
Ben bu depremde mesai arkadaşım, asistanlığa başladığı günden bu yana tanıdığım, efendi ve güzel yürekli beyin cerrahı Gürsel Polat ve eşi, meslektaşım Beyhan’ı Yalova’da kaybettim. Yakınlarının acısını hayal bile edemiyorum! Sabırlar diliyorum…
“Jeoloji Mühendisleri Odası, 1999 yılında yayımladığı raporda, can kaybını artıran en önemli 3 unsuru şöyle sıraladı:
Aktif Fay Zonu: Aktif fay hattı önceden bilinmesine karşılık bu hat boyunca yoğun yapılaşma ve yüksek nüfus potansiyeli hasar ve can kaybını artırmıştır. Fay zonundan uzaklaştıkça özellikle yamaçlarda ve dağ eteklerinde hasarın olmadığı veya çok az olduğu görülmektedir.
Sulu Alüvyon Zemin: Bolu-Yalova arasında fay zonu ve yakın çevresi, son derece yumuşak ve gevşek tutturulmuş kil, kum ve çakıl depolarından ve alüvyon zeminden oluşmuştur. Bu tür zeminler mevcut deprem şiddetini birkaç misli artıracak olumsuz özelliklere sahiptir.
Yapım hataları: Bölge 1. derece deprem bölgesi sınırları dahilindedir. Hal böyleyken ve deprem yönetmeliklerine uyulması zorunlu iken, depremdeki ağır hasar ve yüksek oranlı can kayıplarının önemli bir bölümü de, yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işçilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğünden kaynaklanmaktadır.”
Aradan üç ay geçti ve 1999 Düzce Depremi;
“12 Kasım 1999 Cuma günü saat 18.57'de aletsel büyüklüğü 7.2 ve merkez üssü Düzce olan deprem. 30 saniye süreyle etkili olan deprem, pek çok ilin yanı sıra Ukrayna'dan da hissedildi.
Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi'nin açıklamasına göre, ölü sayısı 845, yaralı sayısı 4948, depremde hasar gören ve derhal yıkılması gereken bina sayısı 3395, yıkık ya da ağır hasarlı ev sayısı 12939, iş yeri sayısı ise 2450'dir. Depremden sonra Düzce ilçesi, Türkiye'nin 81. ili oldu.”
2000’li yıllar başlıyordu. Milenyum dediler! Haliyle insan farklı beklentilere giriyor. Teknoloji, bilim, uzay, dünya geneli başka bir yola doğru gidiyordu. Anlayacağınız hayat devam ediyordu ve gündem kendi gerçekliği içinde sürekli değişiyordu! Artık çevirmeli telefondan cep telefonlarına, bilgisayar dönemine girmiştik. Elbette arzumuz yıkılmayan evler, güvenli yuvalardı. Veli Göçer denilen zat 195 kişinin ölümüne neden olduğu iddiasıyla yargılandı, 2004 yılında cezası onandı  ve 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı, ancak cezanın sadece 7.5 yılını hapis yatan müteahhit Veli Göçer, inşaat ve arsa ofisi şirketini yeniden açtı!
Bu süreç içinde 2 büyük deprem, Bingöl ve Van depremi oldu ve bir sürü insanın canı yandı, evsiz kaldı!
“2003 Bingöl Depremi, 1 Mayıs 2003 tarihinde yerel saatle 03.27'de (00:27 UTC) gerçekleşen, Türkiye'nin doğusunu etkileyen, 6,4 büyüklüğündeki depremdir. Merkezi Bingöl'ün 15 km. kuzeyindeki Bingöl bölgesidir. Etkilenen bölgede en az 176 kişi öldü, 625 bina çöktü veya ağır hasara uğradı. Çeltiksuyu'ndaki yatılı okulda koğuş bloku çöktüğünde 84 can kaybı meydana geldi.”
“23 Ekim 2011 günü Türkiye saati ile 13:41'de Van'da meydana gelen ve 25 saniye süren deprem. Depremin merkez üssü Van'a 17 kilometre uzaklıktaki Tabanlı köyüdür. Van depreminde 604 kişi hayatını kaybederken, 4152 kişi de yaralanmıştı.”
Yıllardır konuşuluyor, konuşuluyor, konuşuluyor… İnşaat sektörü aldı başını gitti. Sonuç? Güvenlik önlemleri, afet toplanma yerleri, bireysel eğitimler, toplumsal bilinçlendirmeler vs. Hani?
1999 depreminden kısa bir süre sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Japonya Uluslararası İş birliği Ajansı (JICA) arasında “Afet Azaltma Önleme Temel Planı” kapsamında bir çalışma anlaşması yapıldı. Buna göre Türkiye’de olası büyük bir depremde meydana gelebilecek tahribat değerlendirildi. Bu çalışma 2001 yılının sonlarında tamamlandığında tablo korkunçtu.
Eğer 7,5 şiddetinde bir deprem meydana gelirse İstanbul’da şöyle bir tablo ortaya çıkacaktı; 
  • 50 bin ile 60 bin arasında ağır hasarlı bina, 
  • 1 milyon 500 bin ile 600 bin arasında evsiz aile, 
  • 70 bin ile 90 bin civarında ölü, 
  • 120 bin ile 130 bin civarında ağır yaralı, 400 bin civarında hafif yaralı, 
  • Bin ile 2 bin noktada su sızıntısı, 30 bin doğalgaz servis kutusunda gaz çıkığı, 
  • 140 milyon ton enkaz, 
  • 1 milyon kişi için kurtarma operasyonu, 
  • 50 milyar dolar civarında maddi kayıp
  • 330 bin çadır ihtiyacı.
Bu araştırma tamamlanıp kamuoyu ile paylaşılmasının ardından yaklaşık 17 sene geçti. Bu süre zarfında İstanbul fiziki olarak neredeyse 3 kat büyüdü ve o gün 10 milyon 786 bin 300 olarak ölçülen İstanbul nüfusunun bugün resmi kayıtlara göre 19 milyona ulaştığı dile getiriliyor. Gayri resmi rakamlara göreyse, bu rakamın 22 milyon kişinin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bu tablo göz önüne alındığında meydana gelebilecek bir depremin faturasının bir hayli kabarık olacağını söylemek mümkün. Böylesi büyük bir tedirginlik içinde İstanbul, 25 ve 26 Eylül tarihleri arasında en büyüğü 5.8 olmak üzere birçok artçı deprem ile sarsıldı.
GSM hatları çöktü, trafik kilitlendi ve insanlar büyük bir panik içinde ne yapacaklarını bilemedi.
WhatsApp ve benzeri sosyal medya iletişim araçlarında çeşitli ses kayıtları paylaşılması bir korku dalgasına sebep oldu.
Kamuoyu mevcut hükümet ve muhalefetin elinde bulunan Büyükşehir Belediyesi arasındaki güç ve siyaset mücadelesini büyük bir tiksinti içinde seyretti. 
Oysa deprem, zelzele, küçük kıyamet ya da başka bir ismiyle kıyamet-i sugra olarak bilinen bu doğal afet bu toprakların binlerce yıllık gerçeği olarak karşımıza çıkıyor. 
[Kaynak: Geçmişten günümüze depremler ve onlar kadar yıkıcı provokatörler, Mehmed Mazlum Çelik, https://www.independentturkish.com/node/75336/haber]
Ama nedense bu gerçeği kabullenmek ve ona göre yaşam biçimleri geliştirmek tabiatımızda yoktu! Bu gerçek ne zaman kendini hissettirse korku dağları aşıyordu “ya medet” diye her türlü haber takibi, yorum yapılır oluyordu. Bu süreç içinde kendimiz çok iyi deprem bilimcisi olduk. Bilim insanlarını ciddiye almak yerine imanımıza güvendik.  Günler geçti, aylar geçti ve hayat yeniden devam etti. Ta ki geçtiğimiz hafta Akhisar sallanana kadar.
“22.01.2020 Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü verilerine göre, saat 22.22'de merkez üssü Manisa'nın Aksihar ilçesinde 5,6 (revize 5.4) büyüklüğünde deprem meydana geldi.  Yerin yaklaşık 6,98 kilometre derinliğinde gerçekleşen deprem İzmir, Manisa, Aydın ve Denizli'nin yanı sıra Yalova ve Bursa ve İstanbul'da da hissedildi.”
Akhisar’ın artçıları devam ederken Elazığ’dan kötü haber geldi!
“24.01.2020 saat 20:55 Elazığ'da merkez üssü Sivrice ilçesi olan 6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 20 saniye sürdü. Depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 36'ya yükseldi. Toplamda 30 bina yıkılırken, ilk tespitlere göre; 72 binanın yıkıldığı, 514’ünün ağır hasar aldığı ve 409’unun az ve orta hasarlı olduğu aktarıldı.  Elazığ'daki deprem sonrası AFAD koordinasyonundaki müdahale faaliyetleriyle enkazdan sağ çıkarılan kişi sayısı 45’e yükseldi. (Son güncelleme 26.01.2020, 16:20)
Elazığ Sivrice merkezli deprem, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Tunceli, Samsun, Tokat, Çorum, Sivas, Niğde, Kayseri Kırşehir, Trabzon, Ordu ve Giresun'da da hissedildi.”
Kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Umarım hayatını kaybedenlerin sayısı artmaz!
“17 Ağustos'un ardından deprem konusu Türkiye'nin en önemli gündem maddesi haline geldi.
Bülent Ecevit başbakanlığındaki hükümet, gerek deprem sonrası yardım ve kurtarma çalışmalarında kullanılmak gerekse de depremin yarattığı ekonomik zararın etkilerini gidermek için bir dizi yasal düzenleme yürürlüğe koydu. Yapılan düzenlemeler arasında şunlar yer aldı:
Başta Özel İletişim Vergisi olmak üzere bir dizi yeni vergi getirildi ve bu vergilerin çok büyük bir kısmı halen yürürlükte bulunuyor
20 bilim insanı ve araştırmacıdan oluşan Ulusal Deprem Konseyi kuruldu ancak bu Konsey 2007 yılında lağvedildi
İstanbul'un pek çok noktasına deprem konteynırları yerleştirildi ve toplanma alanları belirlendi. Belirlenen toplanma alanlarının büyük bir bölümü daha sonra imara açıldı.
Deprem sigortası zorunlu hale getirildi
Türkiye genelinde arama-kurtarma ekiplerinin sayısı artırıldı
İmar yasalarında bir dizi değişiklikler yapıldı. Depremin ardından yapıların depreme dayanıklılık esasları ve denetim kuralları değiştirildi. 2007, 2012 ve son olarak 2019 yılında yönetmeliklerde ciddi değişikliklere gidildi.”
Dünyaya geleli yarım asır oldu, Gölcük depreminin üzerinden 20 yıl geçti. Ülkemiz coğrafi olarak bir deprem kuşağının üzerinde. Bu gerçeğimizin ta kendisi. Yasalar konuyor, vatandaş olarak görevlerimizi yerine getiriyoruz da ülkem neden hala enkaz altında?
Ben depremde doğdum. Elektrikler kesikmiş. Anam beni 'löküz' ışığında doğurmuş. Bu yazıya hangi duyguyla başladım biliyorum ama burada keseceğim. 
Kronolojik bir hatırlatma olarak kalsın istiyorum şimdilik! 
Dileğim bu gerçek hepimizin sonunu acı bir biçimde bulmasına sebep olmaz!
Özce

Not: İtalik paragraflar BBC ve CNN arşivlerinden alıntıdır. 




Görseller: Gürbüz Doğan Ekşioğlu