Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

13 Aralık 2010 Pazartesi

1980, sonrası ve bugün

 Günlerdir bu konuyla ilgili susma durumumu bozuyorum ve dün geceki başağrımdan sonra bunları dökmem gerektiğine inanarak, tuşlarımın başına oturuyorum…

80’de askeri darbe olduğunda ben ve ailem Almanya’daydık. Hiç unutmam o sabahı. Annemle Oberhausen’ın Osterfeld kasabasında pazara gidiyorduk. Soğuk, gri ve ıslak bir sonbahar günüydü. Elimden tutmuş “Zecke”’ye (Maden ocakları) ait gri, tek tip lojmanların dibinden yürüyorduk. Pazar yerinin karşısında “Türk Export” mağazası vardı. İşleten teyzenin ismini şu an hatırlamıyorum ama sesi hâlâ dün gibi kulaklarımda:

-      Şüükkrrrannn Hanım melmekette ‘inkilap’ olmuş!

-       “İNKİLAP”? Was ist das? (Ne ki o?)

(Oysa ki o dediği “inkilap” sözcüğünün anlam açısından çok daha farklı bir şey ifade ettiğini çok sonra öğrenmiştim ama ne demek istediği belliydi.)

Sürekli ve heyecanla anlatıyordu, annem de dinliyordu. Annemin elini çekiştirdim:

-  Ne olmuş? Was ist los?

Annem “tamam yavrum, bir dakika, anlatacağım” dedi… Eve geri dönerken anneme tekrar sordum, o da bana hayal meyal hatırladığım kadarıyla şöyle anlatmıştı: “Türkiye’de çok kötü olaylar olmuş, anarşistler ortalığı karıştırmış, harp çıkmış! Bu yüzden Askeriye duruma ve olaylara el koymuş. Sıkıyönetim ilan edilmiş!

-  Sıkıyönetim?

Yani sokağa çıkma yasağı…

Akşam Babam işten dönünce haberleri açtı. Gözümü diktim ve bugün duyduğum şeylerle ilgili bir haber var mı, anlayabilir miyim acaba diye ekranın başına oturdum: “ZDF-Abendnachricten” (Başlıklar) ve “İn der Türkei Millitaerischer Putsch!”

-  Haaa!!!

Durumun ne kadar ağır, ne kadar karanlık, ne kadar acı verici ve ne kadar büyük travmalar oluşturduğunu ancak yıllar sonra öğrenebildim. Kesin dönüş yapmıştık. Türkiye’deki hayata uyum sağlamaya çalışıyorduk. Seçimler olmuştu. Şişman gözlüklü bir amca Başbakan idi… Demokrasiden söz ediliyordu ama konuştuğun zaman susturuluyordun. Okulda bir şey ters gittiğinde itirazda bulunma hakkın yoktu. Kara önlük, beyaz yakalı üniformalarımız vardı.

Her şey çok tuhaftı… Anlamıyordum, anlamlandıramıyordum… Dayım, halamın oğlu üniversiteye gönderilmemişti. Çünkü kimse onların anarşistlere karışmasını istemiyordu.

Haberlerde öğrenci yürüyüşleri, ölümler duyuyorduk. Bir sürü haber ve kafam karışıyordu.

Diğer taraftan da büyük bir kültür çatışması yaşıyordum. Türkiye yazları geldiğimiz yer değildi artık.

Yaşadığım şehirde geleceğimin olmadığına inanarak soluğu “Devlet Parasız Yatılı Okulu” sınavına girerek aldım. İstanbul’da bir Sağlık Meslek Lisesinde Hemşirelik bölümünü kazandım.

Yağmurdan mı kaçmıştım? Doluya mı tutulmuştum? (Şimdilerde düşündüğümde hayatımın en iyi kararlarından biri olduğuna inanıyorum, iyi ki de yapmışım.)

O yatılı okul daha çabuk büyümeyi öğretti. Zamanında anlamlandıramadığım, anlamadığım her şeyi kısa sürede anladım, öğrendim kendimce…

Gruplaşmalar vardı, bir taraf Ahmet Arif’in şiirlerini okuyup Ahmet Kaya dinlerken diğer tarafta İslâm inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolları anlatılıyordu… Çoğu öğretmenimiz bu sentezi savunan insanlardı. 4 koca yıl geçti. Büyüdük.

Mezuniyet döneminde müdürümüz sırf biz mezun olurken uzun kollu forma ve türban seçmedik diye mezuniyet yapmayacağını söyleyerek bize kızmıştı. Gençtik, delikanlıydık, kendimizi hiç ezdirmeye niyetimiz yoktu ve tepkimizi üstümüzde ki okul formalarını toplayarak, okulun bahçesinde, öğretmen ve müdür odasının karşısında ateşe vererek gösterdik. Görülmeye değerdi. Tepki böyle verilirdi. Tabii hemen bir anons: “Ayaklanan tüm öğrenciler on beş dakika sonra sınıflarında ‘TAM FORMA’ müdürü bekleyecekler. Herkes sınıfına!”

Bunu yapan on sekiz kişi civarındaydık. Hemen yatakhaneye koşup evci çıkan arkadaşlarımızın dolaplarını açıp formalarını giydik ve sınıflarımıza geçtik. Müdür, sicil memuru (aslında ayniyat memuru idi) Şenol bey’le elinde bir daktilo ile sınıfa daldı.

-  KİM YAPTI?


Ses yok! Tekrar gürledi: ”KİM YAPTIII?”

Hiç kimseden çıt yok. Peki, dedi. Mezuniyet töreniniz yapılacak ama şunu unutmayın tayinlerinizi elimden geldiğince en uzağa yaptıracağım. “Hayat neymiş görün” dedi ve sinirle sınıfı terk etti.

Mezuniyet töreni esnasında bir grup türbanlı, bir grup yasanın öngördüğü forma tipiyle mezun oldu.

Bedelini o on sekiz arkadaşım tayinlerini tek başına doğunun en ücra köşelerine giderek ve halk tarafından aşı taramalarında taşlanarak, altı ay yolların kapalı olduğu yerlerde yaparak ödediler.

Ben şanslı mıydım bilmiyorum? Evliliği seçmiştim! Neyse….

Telefonların jetonlu döneminden teknolojinin hızla değiştiği cep telefonlu dönemlerini yaşıyoruz şimdi. Bilir misiniz bilmem? Tren rayları makas değiştirirken çok sancılı bir ses çıkarır, ben gençliğimi ve bu değişimleri bu sancılı sese çok benzetiyorum…

Şimdi nereden nereye asıl anlatmak, söylemek istediklerim:

Günlerdir çocuklarımızın, öğrencilerimizin tepkileri, yumurta savaşları basında yer buluyor.

Haberlerde sürekli bir tartışma, konuyla ilgili rayting savaşları veren programlar!

Peki SONUÇ?

Çocuklarımızı anladınız mı?

Öğrencilerimizi dinlediniz mi?

Neden tepkiliydiler öğrenmeye çalıştınız mı?

HAYIR!

Dövüldüler ve bir kısmı içeri atıldı!

Şimdi soruyorum size:

Ne farkı var 80 öncesinden? Ya da ne değişti? Otuz yıl sonra da referandum yapılarak acaba bugün bu çocukları yargılayanlar hakkında oylama yapılacak mı?

Bugün benim kızımda üniversiteye hazırlanıyor. Korkuları yok mu?

Var hem de nasıl?

Hem kazanamama korkusu, hem kazandıktan sonra seçeceği mesleği ile ilgili iş kaygısı. Bunca yıldır onu yetiştirirken ve emek verirken robot olması için yetiştirmedim. Düşüncelerini açık ifade etsin istedim ama şimdi korkuyorum… Bir anne olarak endişeliyim.

Ama o da genç, delikanlı.

O çocukların hepsi 18-25 yaşı arasında birer delikanlı. “DELİ-KANLI” ne demek? Her türlü tepkiyi, protestoyu gösterebilirler… Eğer onları aşırı ve orantısız güç kullanarak etkisiz hale getirirseniz; daha da hırslanırlar, daha da bilenirler… Onlara empatiyle yaklaşmaktan öte yapılabilecek pek bir şey yoktur… Ne kadar kızsanız da, ne kadar bağırsanız da, onlar kendilerini ifade etme, enerjilerine boşaltma yolundan asla dönmezler. Dönmeyeceklerdir de.

Şimdi soruyorum: AKP ile daha çok özgürlük ve demokrasi mümkün mü?

12 Eylül referandumundan sonra ne değişti?

12 Eylül referandumundan sonra Türkiye’de polis görev ve salahiyeti değişti mi? Hayır!

İçişleri Bakanı değişti mi? Hayır!

Emniyet Genel Müdürü değişti mi? Hayır!

İstanbul Emniyet Müdürü değişti mi? Hayır!

En önemlisi Sayın Başbakan Erdoğan değişti mi? HAYIR!

Hepsi 12 Eylül referandumu öncesi ne düşünüyorlarsa şimdi aynısını hatta biraz daha baskı kurma yönünde ilerisini düşünüyorlar, bunu da açık olarak deklare ediyorlar…

Daha yeni mahkeme kararıyla, meşru protesto gösterisine katılan İTÜ’lü öğrenciler hapis cezasına mahkûm olmadı mı? Oldu.

30 yıldır ne değişti?

Ne fark var o dönemden bu döneme? Lütfen bu durumu bana biri anlatsın!

Şimdi o çocuklarımız anarşist mi oldu?

Ya da ben bunu yazdım diye, sorguladım diye beni de götürürler mi?

 

13 Aralık 2010, Gaziemir- evim… Saat 18:00