Günlerdir bu konuyla ilgili susma durumumu bozuyorum ve dün geceki başağrımdan sonra bunları dökmem gerektiğine inanarak, tuşlarımın başına oturuyorum…
80’de askeri darbe olduğunda ben ve ailem
Almanya’daydık. Hiç unutmam o sabahı. Annemle Oberhausen’ın Osterfeld
kasabasında pazara gidiyorduk. Soğuk, gri ve ıslak bir sonbahar günüydü. Elimden
tutmuş “Zecke”’ye (Maden ocakları) ait gri, tek tip
lojmanların dibinden yürüyorduk. Pazar yerinin karşısında “Türk Export” mağazası vardı. İşleten teyzenin ismini şu an
hatırlamıyorum ama sesi hâlâ dün gibi kulaklarımda:
- Şüükkrrrannn Hanım melmekette ‘inkilap’
olmuş!
- “İNKİLAP”? Was ist das? (Ne ki o?)
(Oysa ki o dediği “inkilap” sözcüğünün anlam
açısından çok daha farklı bir şey ifade ettiğini çok sonra öğrenmiştim ama ne
demek istediği belliydi.)
Sürekli ve heyecanla anlatıyordu, annem de
dinliyordu. Annemin elini çekiştirdim:
- Ne olmuş? Was ist los?
Annem “tamam yavrum, bir dakika, anlatacağım” dedi…
Eve geri dönerken anneme tekrar sordum, o da bana hayal meyal hatırladığım
kadarıyla şöyle anlatmıştı: “Türkiye’de çok kötü olaylar olmuş, anarşistler
ortalığı karıştırmış, harp çıkmış! Bu yüzden Askeriye duruma ve olaylara el
koymuş. Sıkıyönetim ilan edilmiş!
- Sıkıyönetim?
Yani sokağa çıkma yasağı…
Akşam Babam işten dönünce haberleri açtı. Gözümü
diktim ve bugün duyduğum şeylerle ilgili bir haber var mı, anlayabilir miyim
acaba diye ekranın başına oturdum: “ZDF-Abendnachricten” (Başlıklar) ve “İn der Türkei
Millitaerischer Putsch!”
- Haaa!!!
Durumun ne kadar ağır, ne kadar karanlık, ne
kadar acı verici ve ne kadar büyük travmalar oluşturduğunu ancak yıllar sonra
öğrenebildim. Kesin dönüş yapmıştık. Türkiye’deki hayata uyum sağlamaya
çalışıyorduk. Seçimler olmuştu. Şişman gözlüklü bir amca Başbakan idi…
Demokrasiden söz ediliyordu ama konuştuğun zaman susturuluyordun. Okulda bir
şey ters gittiğinde itirazda bulunma hakkın yoktu. Kara önlük, beyaz yakalı
üniformalarımız vardı.
Her şey çok tuhaftı… Anlamıyordum,
anlamlandıramıyordum… Dayım, halamın oğlu üniversiteye gönderilmemişti. Çünkü
kimse onların anarşistlere karışmasını istemiyordu.
Haberlerde öğrenci yürüyüşleri, ölümler
duyuyorduk. Bir sürü haber ve kafam karışıyordu.
Diğer taraftan da büyük bir kültür çatışması
yaşıyordum. Türkiye yazları geldiğimiz yer değildi artık.
Yaşadığım şehirde geleceğimin olmadığına
inanarak soluğu “Devlet Parasız Yatılı Okulu” sınavına girerek aldım. İstanbul’da
bir Sağlık Meslek Lisesinde Hemşirelik bölümünü kazandım.
Yağmurdan mı kaçmıştım? Doluya mı tutulmuştum? (Şimdilerde düşündüğümde hayatımın en iyi
kararlarından biri olduğuna inanıyorum, iyi ki de yapmışım.)
O yatılı okul daha çabuk büyümeyi öğretti.
Zamanında anlamlandıramadığım, anlamadığım her şeyi kısa sürede anladım,
öğrendim kendimce…
Gruplaşmalar vardı, bir taraf Ahmet Arif’in
şiirlerini okuyup Ahmet Kaya dinlerken diğer tarafta İslâm inancını, Türk
gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolları anlatılıyordu… Çoğu öğretmenimiz
bu sentezi savunan insanlardı. 4 koca yıl geçti. Büyüdük.
Mezuniyet döneminde müdürümüz sırf biz mezun
olurken uzun kollu forma ve türban seçmedik diye mezuniyet yapmayacağını
söyleyerek bize kızmıştı. Gençtik, delikanlıydık, kendimizi hiç ezdirmeye
niyetimiz yoktu ve tepkimizi üstümüzde ki okul formalarını toplayarak, okulun
bahçesinde, öğretmen ve müdür odasının karşısında ateşe vererek gösterdik.
Görülmeye değerdi. Tepki böyle verilirdi. Tabii hemen bir anons: “Ayaklanan tüm
öğrenciler on beş dakika sonra sınıflarında ‘TAM FORMA’ müdürü bekleyecekler.
Herkes sınıfına!”
Bunu yapan on sekiz kişi civarındaydık. Hemen
yatakhaneye koşup evci çıkan arkadaşlarımızın dolaplarını açıp formalarını
giydik ve sınıflarımıza geçtik. Müdür, sicil memuru (aslında ayniyat memuru idi) Şenol bey’le elinde bir daktilo ile
sınıfa daldı.
- KİM YAPTI?
Ses yok! Tekrar gürledi: ”KİM YAPTIII?”
Hiç kimseden çıt yok. Peki, dedi. Mezuniyet töreniniz yapılacak ama şunu unutmayın tayinlerinizi elimden geldiğince en uzağa
yaptıracağım. “Hayat neymiş görün” dedi ve sinirle sınıfı terk etti.
Mezuniyet töreni esnasında bir grup türbanlı, bir
grup yasanın öngördüğü forma tipiyle mezun oldu.
Bedelini o on sekiz arkadaşım tayinlerini tek
başına doğunun en ücra köşelerine giderek ve halk tarafından aşı taramalarında
taşlanarak, altı ay yolların kapalı olduğu yerlerde yaparak ödediler.
Ben şanslı mıydım bilmiyorum? Evliliği
seçmiştim! Neyse….
Telefonların jetonlu döneminden teknolojinin
hızla değiştiği cep telefonlu dönemlerini yaşıyoruz şimdi. Bilir misiniz
bilmem? Tren rayları makas değiştirirken çok sancılı bir ses çıkarır, ben
gençliğimi ve bu değişimleri bu sancılı sese çok benzetiyorum…
Şimdi nereden nereye asıl anlatmak, söylemek
istediklerim:
Günlerdir çocuklarımızın, öğrencilerimizin
tepkileri, yumurta savaşları basında yer buluyor.
Haberlerde sürekli bir tartışma, konuyla ilgili
rayting savaşları veren programlar!
Peki SONUÇ?
Çocuklarımızı anladınız mı?
Öğrencilerimizi dinlediniz mi?
Neden tepkiliydiler öğrenmeye çalıştınız mı?
HAYIR!
Dövüldüler ve bir kısmı içeri atıldı!
Şimdi soruyorum size:
Ne farkı var 80 öncesinden? Ya da ne değişti? Otuz
yıl sonra da referandum yapılarak acaba bugün bu çocukları yargılayanlar
hakkında oylama yapılacak mı?
Bugün benim kızımda üniversiteye hazırlanıyor.
Korkuları yok mu?
Var hem de nasıl?
Hem kazanamama korkusu, hem kazandıktan sonra
seçeceği mesleği ile ilgili iş kaygısı. Bunca yıldır onu yetiştirirken ve emek
verirken robot olması için yetiştirmedim. Düşüncelerini açık ifade etsin
istedim ama şimdi korkuyorum… Bir anne olarak endişeliyim.
Ama o da genç, delikanlı.
O çocukların hepsi 18-25 yaşı arasında birer
delikanlı. “DELİ-KANLI” ne demek? Her türlü
tepkiyi, protestoyu gösterebilirler… Eğer onları aşırı ve orantısız güç
kullanarak etkisiz hale getirirseniz; daha da hırslanırlar, daha da bilenirler…
Onlara empatiyle yaklaşmaktan öte yapılabilecek pek bir şey yoktur… Ne kadar
kızsanız da, ne kadar bağırsanız da, onlar kendilerini ifade etme, enerjilerine
boşaltma yolundan asla dönmezler. Dönmeyeceklerdir de.
Şimdi soruyorum: AKP ile daha çok
özgürlük ve demokrasi mümkün mü?
12 Eylül referandumundan sonra ne
değişti?
12 Eylül referandumundan sonra
Türkiye’de polis görev ve salahiyeti değişti mi? Hayır!
İçişleri Bakanı değişti mi? Hayır!
Emniyet Genel Müdürü değişti mi? Hayır!
İstanbul Emniyet Müdürü değişti mi?
Hayır!
En önemlisi Sayın Başbakan Erdoğan
değişti mi? HAYIR!
Hepsi 12 Eylül referandumu öncesi
ne düşünüyorlarsa şimdi aynısını hatta biraz daha baskı kurma yönünde ilerisini
düşünüyorlar, bunu da açık olarak deklare ediyorlar…
Daha yeni mahkeme kararıyla, meşru
protesto gösterisine katılan İTÜ’lü öğrenciler hapis cezasına mahkûm olmadı mı?
Oldu.
30 yıldır ne değişti?
Ne fark var o dönemden bu döneme?
Lütfen bu durumu bana biri anlatsın!
Şimdi o çocuklarımız anarşist mi
oldu?
Ya da ben bunu yazdım diye, sorguladım diye beni
de götürürler mi?
13 Aralık 2010, Gaziemir- evim… Saat 18:00