Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor..

26 Şubat 2009 Perşembe

Daha dün gibi... İzmir de bir akşamüstü hikayesi....

Yoğun bir iş gününden sonra arkadaşımla "Tarihi Asansör'de" buluşmak üzere sözleşiyoruz. Hava gri ve sıkıcı. Akşamüstü nedeniyle Üçyol kavşağı yine çok yoğun, sağ sinyal verip Betonyol'a giriyorum. Oradan Halilrıfatpaşa'dan mekana ulaşmak daha kolay. Park yeri de bulmak zor değil. Parkın orada mutlaka her zaman bulunuyor. Hem tepeden şehri seyretmek belki iyi gelir diyorum kendime...

Yolda giderken Sezen'in son albümün de ki "Yol arkadaşım" şarkısını dinliyorum...

http://www.youtube.com/watch?v=RQ8WrXJap9s

Parkın dibine arabamı park ederek, ağır ağır "Asansör'e" doğru ilerliyorum. Yağmurlu bir akşamüstü, soğuk ve ıslak.Tepeden bulutlarla kaplanmış İzmir'i seyrediyorum, Karşıyaka'nın ışıkları, Urla tarafında ki karanlık ürpertiyor sanki hafiften. Denizle gök sanki "bir" olmuş. Sahil yolu boyunca akan trafik bir yerde hareketi ne güzel de ifade ediyor. Hareket ve zamanın devinimi. Geçişi, akışı... 
Uzun, uzun seyrediyorum şehri... Yağmur saçlarıma azcık dokunuyor, İstanbul'da böyle çiseleyen yağmura  "Ahmak ıslatan" diyorlar! Ama iyi geliyor. İkinci cemre de bu hafta düşüyor, kışın gidişinin hüznü ve direnişi mi? Baharın telaşı ve gümbür gümbür gelişi mi çökmüş şehrimin üstüne karar veremiyorum. Her mevsim bir son ve tekrar başlangıç aslında, her biten gecenin ardından gelen gün gibi... Balkonum da ki frezyalarım aklıma geliyor, onlar çoktan tomurcuklarını patlattı bile... Frezyalar açtıysa ne olursa olsun gelmiştir bahar...
 "Asansör'e" doğru ilerliyorum, arkamdan yaşlıca bir amca yetişmeye çalışıyor. Kapıyı tutuyorum, biniyor, teşekkür ediyor. Hareket ediyor asansör ve inmeye başlıyoruz, az sonra başımı kaldırdığımda bir çift mavi ağlayan gözlerle karşılaşıyorum... Ak saçlı, kasketli ve iyi giyinimli amcamın dudaklarından bir kaç kelime dökülüyor; "Daha dün gibi, dün gibi, Karataş lisesine giderdim buradan... Daha dün gibi"...
Yutkunuyorum, söyleyebileceğim her şey onun "dünü'nü" geri getiremeyecek diye susmayı tercih ediyorum... Aşağıya geldiğimizde hala dudaklarından aynı kelimeler dökülmeye devam ediyor: "Daha dün gibi"...
Bana yol veriyor ve arkamdan inerek hızlıca ilerliyor. Arkasından baka kalıyorum. Sırtına yükünü almış, dünlerinin anılarıyla, şimdinin içerisinde, azalan vaktinin farkındalığı ile kararan sokakta kayboluyor... 


Uzaktan Sezen'in "Kırık Vals'i" çalmaya başlıyor:

http://www.youtube.com/watch?v=fOBceNBVqsQ

Kirpiklerinde bir çiğ tanesi olsam
Ansan o bahçeyi, rüzgarı çağırsan
Mevsim sulu boya olsa
Günlerden mercan
İşte sanki o an
Nubar Terziyan sırtımı okşar
Eski filmler hala o bahçede
Siyah beyaz ağlar

Çiçek dürbünüydü ebruli sokaklar
Kederli olsa da güzeldi çocuklar
Sümbülleri çoktan küstürdük
Güller perişan
Kırıldı valsimiz tam ortasından
Baktık uzaktan
Sıla olduk birbirimize
Şimdi herkes perişan

Arkadaş ıslıkları titretse camları
Yepyeni bir rüyayla kamaşsa gözlerimiz
Başka bir dünyanın mümkünlerini
Savura savura yüreği kavuran hatıraların küllerini
Araya araya olur a buluruz
Yaralı veda günlerinin sönen ümitlerini...

Bu tesadüf müydü şimdi diyorum kendime? Kendi hikayemin yanından başka bir hikayenin anıları geçti sadece... 

Uzaktan arkadaşım sesleniyor ve biz buluşup "Taş Ev' de " kahvelerimizi yudumlamaya başlıyoruz.
Bir akşamüstü bana kısacık bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor. O gerçek gerçekten çok kısa.....
Kıymetini bilmemiz dileğiyle.....


Öz'ce